
İlişkiler, hayatımızın en temel yapı taşlarından biridir. Sevgiyle başlayan bağlar zamanla güven, anlayış ve huzur getirmesi gerekirken, bazen görünmeyen yaralara dönüşebilir. İlk bakışta romantik, tutkulu ya da derin gibi görünen ilişkiler aslında kişiyi içten içe tüketen bir yapıya bürünebilir. Bu noktada karşımıza çıkan kavram ise 'toksik ilişki'dir.
Toksik bir ilişkide kişi, duygusal olarak bir iniş bir çıkış yaşar. Bir gün sevildiğini hissederken ertesi gün tamamen değersiz kılınabilir. Bu dengesizlik hali zamanla yorgunluğa, özgüven kaybına ve içsel yalnızlığa yol açar.
Özellikle evliliklerde bu durum yıllar süren bir döngü halini alabilir. Ne yazık ki, birçok insan içinde bulunduğu bağın sağlıksız olduğunu fark etmeden, her şeyin düzeleceğine dair umudunu kaybetmeden yaşamaya devam eder.
Peki neden böyle ilişkilerin içinde kalırız?
Bunun cevabı genellikle çocuklukta gizlidir. Sevgi, ilgi ve güven ihtiyaçları tam anlamıyla karşılanmamış bireyler, bilinçaltında tanıdık duyguların peşinden gider. Sevilmeme korkusunu, sevilme çabasıyla bastırmaya çalışır. Kişi, geçmişte yarım kalan duyguları bu kez tamamlamak ister ama aynı döngüde yeniden hapsolur.
Toksik bir ilişkide en zor şey, durumu kabullenmektir. Çünkü çoğu zaman kişi, değerini karşısındaki insanın duyguları üzerinden tanımlar. Bu da bağımlı bir ilişkiyi doğurur. Sevgiyle değil, korkuyla sürdürülen bu bağ, kişiyi ruhsal olarak zehirlemeye başlar.
Karşı taraf kötü davranışlar sergilese bile bu tutum, genellikle kendi içsel savunma mekanizmasının bir sonucudur. “O bana zarar vermeden ben ona zarar vereyim” düşüncesi, ilişkinin zehirli doğasını derinleştirir.
Ancak umut her zaman vardır. Eğer iki taraf da ilişki dinamiklerini fark ederse, bu kısır döngü kırılabilir. Sağlıklı bir ilişkinin temeli güven, saygı ve açık iletişimdir. Gerçek sevgi, kişiyi eksiltmez; aksine besler ve büyütür. Unutmamak gerekir ki, sevgi adı altında zehirlenmek kader değildir. Fark etmek, yüzleşmek ve adım atmak; iyileşmenin ilk anahtarıdır.